Ana içeriğe atla

Nüfusun %50sinin eşi, diğer %50 sinin annesi olan tüm kadınlara özen ve önemin bir değil, her gün gösterilmesi dileğiyle tüm annelerin anneler günü kutlu olsun.

sevgi ve saygıyla

Nüket Kantarcı

KENDİ KENDİNE YETMEK

Epey bir zaman geçmişti üzerinden yalnız kalışının. Eşini yeni kaybetmiş, kendi adlandırdığı yaşam biçimi olan yalnızlık dolu yeni hayatına alışmaya çalışıyordu. Üç çocuğu evlenerek yuvadan uçup kendi hayatlarını kurmuştu. O da her ayrılışta kah ağlamış, kah gülmüştü. Yalnızlık korkusu ile ilk o zamanlarda tanışmıştı. !

En yakın dostuydu eşi. Hissettiği karmaşık duyguları toparlamasına yardım ediyor,  yardım ettikçe de daha çok yaklaşıyordu eşine. Öyle ki kenetlenircesine bağlanıyorlardı birbirlerine. Hani   “yaşlandıkça eşler birbirlerine benzer” derler ya.  Kim demişse doğru demiş. Çift yaşlandıkça gençleşmiş, aynı dili konuşarak yaşamın tadını daha çok almaya başlamışlardı.

Zaten eşi evlendikleri gece dua ederken de “Allah’ım bana son günlüğü ver” demişti. Tanrı bu içten yakarışı kabul etmiş, çok güzel mutlu günlerini, birlikte yaşlanarak geçirmişlerdi. Ancak o bütünlük dolu güzel günler, eşinin ölmüyle yok olmuş, yaşam sevincinden yoksun kalmıştı. Artık can yoldaşı, yaşam garantisi yoktu yanında!. Yaşam garantisi erkek olan, kadın statüsünden geliyordu. Hep eşine odaklı yaşamış, kararlarında hep ona bağlı kalmıştı. Şimdi ise yalpalayacağını düşünerek kendini neredeyse eve hapsetmişti.

Bu davranışının yanlış olduğunun bilincindeydi. Yaşamın gerçeklerini kabullenmek için çaba gösterip yaşamı olduğu gibi kabullenmeye çalışıyor, ancak başarılı olamıyor, geçmiş özlemlerinden kurtulamıyordu. Hep geçmişe dönük özlemler içerisindeydi. Hatta zaman zaman geçmiş günleri kendi kendine konuşarak belki de özlem gideriyordu. Peki, neydi özlediği, yaşam dolu gençliği mi? Evlatları ve eşiyle birlikte yaşarken önemini farketmediği sıcak yuvası mı? Eşinin ona gösterdiği özen mi? Yoksa çocuklarının artan yoğun isteğiyle dolu kaprisleri mi?

Aslında hepsi, özlemleri arasındaydı. Eşi can yoldaşıydı. Yaşarken ona “Senden sonram olmasın” derdi. Çocukları ise, yaşam sevinciydi. Ama hiç biri yoktu yanında. Çocukları evlenerek, eşi de değişmez yaşam kuralına boyun eğerek ona veda etmişlerdi. Bu doğa kanununu çoğu zaman kabullenemiyordu. Ona göre ailesi, onu bırakıp gitmişti. Çocuklar yaşamın telaşı olsa gerek, istedikleri gibi anneleriyle ilgilenemiyorlardı. Oysaki çocukları ona düşkündü. Bu düşkünlüğü o da biliyor, zaman zaman da arkadaşlarına keyifle anlatıyordu.

Ancak onun gençliği böyle değildi ki! Kendi gençliğinde yaşam telaşını, evi geçindirmek görevini sadece erkekler üstleniyor, kadınlar ise, kendilerine öğretilen görevleri yerine getiriyorlardı. Neydi o meşhur görevler? Eşine itaat, çocuklarını iyi yetiştirmek, iyi bir eş ve anne olmak. Yani çocuklar üzerine endeksli bir gelecek ile dolu hayaller içinde, kendini hiç düşünmeden yaşamak!

Kim bilir belki de, onun gençlik yıllarında insanların hedefleri, beklentileri azdı. Yoksa sihirli bir değnek insanların ekonomik anlamda rahat yaşamalarını mı sağlıyordu da aile büyüklerine, dostlarına daha çok zaman ayırabiliyorlardı. Veya onun söylemiyle,  bir zamanların insanları daha azla mutlu olmayı mı biliyorlardı? Bu düşüncelerle kendisiyle hesaplaşırken bir an içi geçti ve karşısında annesinin hayali belirdi.

Annesi onu, sevgiyle bağrına basmış saçlarını okşuyordu. Bu sıcaklık, duygularını coşturmuştu. “Anne çok mutsuzum, beni de yanına al, artık kimsem kalmadı. Sen yoksun, beni özenle koruyan kocam yok, burada olmamın anlamı yok” dedi ağlayarak.

Annesi ; “Bak kızım senin mutsuzluğunda benim, kocanın, babanın, çocuklarının, kısaca herkesin suçu var. Zannetme ki isteyerek yapıldı. Kesinlikle hayır. Herkes, biraz toplum baskısıyla, biraz bencillikle, biraz da senin izin verişinle, senin üzerinde hâkimiyet kurdu. Buna ben de dâhilim. Sana hayatta, herkesin bir gün gelip yalnız kalacağını, bu nedenle de kendi kendine yetmen gerektiğini öğretemedim. Senin anlattığın duyguları ben de yaşadım, ben de bu olumsuzlukları sorguladım. Ama seni ben de annemden öğrendiğim gibi yetiştirdim. Sen doğmadan önce beni yetiştirenlerde eleştirdiğim birçok şeyi, ben sana farkında olmadan uyguladım. Kimbilir belki de kolaycılığı seçtim! Çünkü anne olarak ağır görevler yükleniyorsun. Onlarla uğraşırken birçok şeyi belki de bilerek atlıyorsun. Kimdi suçlu diye sorma, içinden çıkamazsın.! İnsanların ve özellikle kadınların en büyük eksiği kendi kendine yetmeyi bilememeleri, yaşamda bir gün yalnız kalacaklarının bilincinde olmamalarıdır. Oysaki insanlar doğar ve ölürler. Doğmak ve ölmek sözcüklerinin arasında bir ölçüde yönlendirilmesi insanların elinde olan yaşamak var. Önemli olan yaşam süresince insanların kendisiyle barışık olup, kendi kendine yeterek, etrafına olumlu bakarak, mutlaka bir şeylerle meşgul olmasıdır. Bence şimdi sen, kendine acımak yerine gelecek kuşakları yetiştirenlere yardımcı ol. Mesela kızına! Kızının da bir hayatı olduğunu, ileriye dönük kendine yön vermesi gerektiğini, bir gün gelip yalnız kaldığında dimdik ayakta kalması için öncelikle kendine güvenmesi gerektiğini söyle.

Söyle ki; gün gelip yalnız kaldığında, senin ve benim çektiğimiz acıyı o çekmesin. Kendi kendine yetmeyi bilsin. İşte o zaman, annelik görevini tam olarak yerine getirmiş olur, onu duygusal anlamda da doygun birey olarak yetiştirmiş olursun. Söyle ki bu çark düzgün işlesin.!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Söyleşi Gizem Alıçlı Baştaş

            ŞİFA HEPİMİZİN İÇİNDE   Gizem Alıçlı Baştaş, sanayi sektöründe ki başarılı iş kadını unvanının yanına son yıllarda oldukça ilgi duyulan kozmik şifa eğitmenliğini de ekledi. Baştaş ” Kişisel Gelişim dünyasına girişim 2003 yılın da Reiki ile başladı. Kişinin kendini şifalandır- ma gücüne inanarak, bu yolda hem kendimi geliştirmek hem de başkalarının şifasına aracı olmak için kendimi geliştirmeye devam ettim. Bu süreçte fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal bedenlerimiz için olan alışmalarda yer almış, farklı modaliteler- in 60’ın üstünde eğitimlere katıldım.” diyor. Baştaş TETHEVA Kozmik Şifa ve önemini okuyucularımızla paylaştı. Bu sürece giriş sebebiniz neydi, nasıl gelişti, anlatır mısınız? Bu yoğun tempoyla nasıl başa çıkıyorsunuz? Tüm enerji çalışmaları aslında kişilerin kendi içindeki şifa yeteneklerini desteklemek içindir. Çocukluğumdan beri altıncı hislerim çok kuvvetliydi. Küçük yaşlarda bu yetimi tanıdıklara f...

Soyleşi Sinem Altınel

ANKARA’YA ULUSLAR ARASI FUAR VE KONGRELER GEREKLİ Didem Sinem Altınel Mısırdalı, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdikten sonra 2002 yılında aile şirketleri olan Altınel şirketler grubunda çalışmaya başlamış. Eğitime ve öğrenmeye çok önem veren Altınel iş hayatının yanı sıra Hac- ettepe’de mastır ve yüksek lisansını tamamladıktan sonra bu gün Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü’nde Yönetim ve Or- ganizasyon alanında doktorasını yapıyor. Altınel, Ankara’nın turizmi ve ekonomik gelişimi için neler yapılması gerektiğini Girişimci Kadın Dergisi’ne anlattı. Ankara’daki otellerin çok olmasını ve bu sektörün bu şekilde büyümesini nasıl buluyorsunuz? Türkiye genelinde olduğu gibi çok plansız. 2002 yılında Türki- ye’nin toplam yatak sayısı 800.000 iken, 2019 yılında bu rakam 1.550.000’e ulaşmış. Evet, bu süreçte turizm sektörü ciddi anlamda gelişse de, özellikle Ankara gibi belli bölgelerde arz talebin oldukça üstünde. Bizim otelimiz 1986 yılında aç...